7 Temmuz 2009 Salı

Yaşam Kırıntıları Yazıtı

Yaşam Kırıntıları Yazıtı

çok seviyordun onu
o da seni
dünyalar senindi
ve bir şey oldu
o senden gitti

yıkıldın

hayalin dağıldı
mutluluğun
boşluğa saçıldı

hakkel yakin

gördün
onsuzluğu
o artık yoktu
sol yanının
yaşam soluğu

ve sokuldun

gecenin karasına
hülyalara savruldun
bir teselli serabında

özde
bütün mesele
kısaca

kim gitmiş
o zaten hiç gelmemiş

ne bu afra tafra

ardından döktüğün gözyaşına
buruk, yangın sevda şarkına

bir çift söz gerekmiş

gideni kim gönderdi

o mu gitti
iç’in mi
onu iteledi

ağlayışın ona mı
oyuncağını kaybeden
çocukça mı

eğer o öylesine gitmişse
ve seni mutsuzluğa terk etmişse

seni yok sayanı
var sayarak sen
ellerinin arasına alarak başını
kime ihanettesin
bir düşünsen

o senin kaprisinden yana
bir tavırla
uçmuşsa
baharına

e aferin ona

onu sakın ayıplama
kendini de asla suçlama

bu affedilmez bir hata
telafisi olmayan bir kaza
değil

insan böyle
ne etse
kendine
bumerang
misalince

sadece
beni dinle

yapma
bunu bir daha
tekrarlama

burada huzur yok
oyalanma
bu küstahlık
aklına sok

yok ben böyleyim
hem severim
hem döverim
ya da
ağlarım
ama
kovarım da
diyorsan

kelimeleri boşluğa
ve ağzını
gecenin ayazına
dayayıp
şehvetini aşka
ahmakça
yamayıp
sevdanın da
adını batırma

ihtirastan böğürmen
bununla da övünmen
hakikaten
büyük ayıp

şehveti aşk sanma huyu
üç kuruşluk zevki ömür boyu
sürdürme kuruntusu
seni açlığa
ve yalnızlığa
mahkum edecek
ötesi
çakma aşık bozuntusu
bir garabete dönüştürecek

iz’an lazım
biraz da hazım

darılma bana
muhatabı değilsen
sen zaten sözün
hiç üstüne alınma

vicdana
törpücü
biraz da
ruh gücü

lazım olur
kim bilir
belki ihtiyaç sahibi
biri okur

*

O Neden Gitti?

O neden gitti biliyorsun değil mi?
İki kişi olamadınız,
İstedin ki o sen olsun,
Sen ne dersen o olsun.

Var mı öyle üç kuruşa beş köfte dostum?
İnsan keser olmayacak, kendine yontan
Rende olmayacak hep veren,
Bıçkı olacak bir veren bir alan...

Aşkı anlatırken kitaplar
’o sen olacak sen o’ derler
Yalan hikayat ederler.
Çekil bir geriye de bak,
Hep sen ’o sen olsun’ derdindesindir,
Canın ne çekiyorsa o an o.

Sen melankoli istiyorsan,
o melul melul dolana.
Çılgınlıksa arzun kucağına atlaya.
Biraz uzaklaşması gerekiyorsa toz ola.
Çağırdığında yanıbaşında dura.

O an ne hissediyorsan onu vere sana.

Sonra bunun adının aşk olduğunu yutmayınca o,
Biraz canını yakasın, ağzına biber süresin.
E tabi eziyetine katlana ses çıkarmaya...

Buldun köle, tepe tepe kullan
Gidince, tepe taklak yuvarlan

Sahibi olmak istediğinin sevgilisi olamazsın.
Sevgiline o olma hakkı vermedikçe
Sen onda olamazsın
Yaşam işlerinde bu böyle
İşine gelirse...

Ve bazen de
Sen onda sende onun olduğu kadar olamamışsındır
Bu senin eksikliğinden değildir,
Onun tavrının, algı ve yaşama anlayışının
ondaki gereğidir.
Takma kafana, illa biri vardır bir yerlerde
Sana göre.
Biri gitmişse
Gidenin peşinde
Ölesiye yorulmak
Yeniye umudun celladıdır.

Yaşam Kırıntıları Yazıtı Mailis Nalars

31 Mayıs 2009 Pazar

benimle bir şey, bensiz bir hiçsin

Hiç mi kıymetim yok, sizli olmayan yaşamımda takdir edemediğiniz? Hiç mi değeriniz yok, varlığınızla bende değilken siz

*

Ona böyle, buna şöyle ile geçen zamanın içindeki sadece bize ait olan saklı mutluluklar neden göze batıyor? Benimle mutlu ol, bensiz rezil...

Birine vermek istemediği bir şeyi 'ver' diye dayatmak veya ondan onu bir punduna getirip almak, niye aldıktan sonra kıymetsizleştiriyor alınanı? Neden karşındakini basit hissettirmek? Bu yüce mi yapıyor? Madalya mı takıyorlar popoya?

Verdiği kadarını almak mı? O da ne? Kitabımızda yazmaz bu.

E şey! Saygı filan kem küm'den dolayı razı olsak? 'Hadi oradan' deler ve eklerler kelimesiz: 'Benim kendime saygımın kanalizasyonunun önünü tut sen.'

İsmail'i seviyorum, onun incinmesini istemiyorum.
Ahmed'in hatırı çoktur yanımda, asla üzmemeliyim onu.
Mehmet mi? Of ya, onu kıramam ki.

Bunlar mı insanı kendi olmaktan uzaklaştıran? Ya da bu bir göz boyama mı? Kimliksizliği örtme telaşı....

İsmail beni seviyorsa, neden ondan alakasız bana özel bir şey yapmamdan inciniyormuş da? Ben İsmail'in kağnısının öküzü müyüm?

Ahmed'in hatırı varsa bende, benim onun yanında hiç mi hatırım yok? Yoksa hatır, Ahmet için, beni görmek istediği hale mi ait?

Neden kimliğimle kabul görmem için, birilerinin kimliğinin postalını silmek zorundayım?

Tamam tatmin edelim ilişikli hayatlarımızı keyflerince; ama kendi yaşamımızı da birilerine kösmeden, birilerinde kösülmeden yaşamayalım mı? Zaten herkes bunu yapıyor da az çok, itirafı üfürük geliyor.

Bıkmışsan bu durumdan ve başkalara yaşamaktan çekilmek istiyorsan, bil ki o başkalarının kakalı sözlerinin muhatabı olacaksın.

Sevgi denilen şey, tam bir menfaat kumpasıdır böylesi çapsız ilişkilerde... Vermek istemediğin hile veya şefkat ile alınıyorsa, verdiğin kıymetsiz addediliyorsa, ondaki kadar seni seven, seni kendin olarak gördüğünde senden yüz çeviriyorsa, o seni değil kendini sevmiştir.

Değmez...

Böylelerin sevgisinin peşinde ömrünü tüketeceğine, böyle biri olacağına var adam gibi adam olacağın ve seni sen olarak kabul edeceklerin nefretine sığın, daha yeğdir...

14 Mayıs 2009 Perşembe

kimsin?

mehmet, sabri'nin can dostu, davut'un azılı düşmanıdır. annesinin tek oğlu, babasının baş belası... sinem'in sevgilisi, esra'nın seks partneri, gülçin'in babası, rana'nın eski kocası... ramazan'ın amiri, yeşim'in memuru... yılmaz'ı tanımaz, fatma'yla otobüste gülüşmüştür. bakkal rıza'nın ayak üstü muhabbet ettiği, semra'nın arada sırada içtiği... engin onu hiç sevmez, kazım ise bayılır... mustafa'ya borcu var, yunus'tan alacağı... nedim onu çok yanlış tanımış, suna ona aşık olmuştur. yahya'ya haksızlık etmiş, berna'nın kalbini kırmış, yusuf'un büyük bir derdini halletmiştir...

uzatmayalım; roller ve kişiler değişse de

ne görüntü yakalamışsa osun sen başkası için. seni, seninle değil, sunumunca, kendince gördüğü ve algıladığınca bilir muhatap. doğmamış filozof

boşu boşuna yırtınmayın. neysen o ol. o da sana ne ise o olsun. hoş olmasa ne olur? sen sen olduktan sonra, gerisi yüklem, tümleç, teferruat...

kasarak yaşayan kasılarak ölür.

olmadığı kişiyi kendinde sunumlayan yutturabilir bunu gayrına; ama kendi yutamaz. kendine bile yutturduğunu sandığı bir an, tepetaklak olur dünyası. artık o da yeni ve farklı bir dünyadır.

her yaşam yaşamın öznesinin ayarıncadır, etkiler ne derse desin. irade ne derse o olur. tabi varsa bir irade... dolayısıyla insan, başkası olmaz. başkasınca da görünse sonuçta kendincedir. kim kimi göremediği gerçekliği ile algılayabilir ki?

her anın bir dank sesi ve anı vardır. an an yaşarız... bazı an çok sürer yaşamı kapsar, bazısı an kadardır. kim bilebilir?

'dünya ve yaşam levazımları benin için, ben varım diye var' demek lazım. bütün bir yaşamın baş aktörü hissetmeden yaşamdaki anlam başkalara malzeme olmaktan öteye gitmez. her yaşam kendini kutsamalı ve kendine kıymetini ihmal etmemeli. etsen de etmesen de bir an daha geçti... ölmeye yaklaştın, sen bilirsin.

12 Mayıs 2009 Salı

aforizma kuyusu taştı


dini din adamlarının tekeline, sözü hatiplere, yazıyı yazarlara, şiiri şairlere, otu otçulara, seksi sevişgenlere, müziği müzik adamlarına, fikri filozoflara, çocukluğu çocuklara, aşkı aşıklara derken bir şey bırakmadı bu .öt eleştirmenler. parsellediler herşeyi, bölüştürdüler .iklerinin keyfine... sorunlu sözler s.345

*

bir şeyi ifade etmeyi becerememekten dolayı sözü kelimelere boğarak, kargacığını burğacına sarıp içinden çıkılmaz hale getirdiğinizde, okuyucu sizi adamdan saydıkça siz kendinizi yavşak hissedersiniz. mailis nalars m.ö.den önceki zamanlar

*

dedi ki: yüz verme, bırak meraktan çatlasın. sen yüz vermedikçe lakayt davrandıkça peşinde delice dolanır. sakın felsefe yapma. kaba basit kal, bayılır buna. dedim ki: bu cinayet... onurunun farkında olmasa da o, onurun ben farkındayım. bunu yapacağıma düz duvara tırmanırım varsın deli desin ve gülsün bana, ben ona gülmedikten sonra... garip diyaloglar s.23

*

bir kaş bir göz olmadı biraz naz az işveboy pos endam neşe aşna fişneüşüşür civarına her cinsten aşüfteadam taklidi yaparsanya da harbi adamsan güle güle sana güle güle... maltapar köreyatar zırtabozturuklar

*

belki bir yıl sonra aynı yerde beş on beyaz fazlasıyla biraz kırışmış halde geldiğinde burada olabilirim. sargılarımızı sürtüştürürüz. mumya teknikleri şatafatları s. 23

*

yanlış olan çok az şey var: öldürme, çalma, yalan söyleme v.s ki bunlar dahi bir zaman bir yerde meşru olabiliyor. fikir farklılıkları, eylem tezatlıkları nedenli birbirinin yaşamını birbirine zehir etmeye harcayacağı zamanı insan keyfince geçirse geberir sanki; çünkü an an sona yaklaşıyoruz. bugün reddettiğini yarın savunan ise insan, savunmasa da ona karşı yumuşayan en azından, didiştiği her an yaşamından kıl koparmaktır. ünlü düşünür mailis nalars m.ö 3450

8 Mayıs 2009 Cuma

İtelenmiş Ötekilerin Ötelenmiş Halleri

'Ötekiler'imiz var; bizim de onlarca 'ötekiler' olarak vasıflandığımız... Algı ve anlayışlarımıza uygun zeminlerdeyiz ki bu karakteristik bir tavır...

Algılara müdahaleler ben merkezli olunca -hep banacılık- anlaşmazlıklar büyüyor. Egoist eğilim, ötekine varlığınca varlık hakkı vermeme ve onu aidiyete alma, sahiplenme ile biliniyor..

Farklı olanı, kabullendiği daireden -uymadığınca- dışa 'itelemek'... 'İteleme' sonucu, itelenen, haliyle 'iteleyenin' yanında olamıyor.

Ötekini itelememek!

Bu bir feraset, arifanelik ve olgunluk işi...İnsanın dibinin değil, tepesinin vasfı...

Birinde bu tahammülü görmediğinizde kendinize eziyet etmenize gerek yok. Beri durun ve dayayın bacağınızı bizzat siz iteleyin varlığınızı ondan.

Kendi gibi düşünmeyen ve yaşamayanları, yaşam sahası dışına iteleyenlerin azgınlığı yeryüzünde kan akıtıyor. Tüm kan bundan akıyor diyemem; ama en çok budur neden...

Farklı farklıyız. Müştereklerimiz de var. Müştereklerde genişlikler varken, diğerinin alanına zıplamak hangi kelime ile ifade edilmeli karar veremedim; ama yakışmıyor.

Hırs oluşuyor, haset körükleniyor ve nifak başlıyor... Kim kime dum duma sonra...

İtelendikçe kinlenmek, ötelendikçe nefret duymak, iğrenmek, ötekileştikçe yabancı düşmek hep bundan...

İtelenen, kakılan, eziyet gören insanlar başkalarının onların varlıklarını hoş görmemelerinin onlarda oluşturduğu baskıya yönelik çaresizlik ve tepkiyi, o baskının kaynağına kin tutarak ve fırsat bulduğunda onlardan öç alarak gösterirler.

Bazen bu kendilerine yönelik şiddete ve bazen de kişi bazlı ve daha çok topluluk halinde yok edişlere kadar işi götürür.

ayyaşla yeşilaykızılla yeşilfahişeyle rahibedinsizle dindarfakirle zenginçirkinle güzelv.s v.s
biri birine öteki ve yabancı yadünya döndükçe anarşi bitmez.

üç vakitlik ömür bin eziyetcami müdavimi ile meyhaneci aynı hayatın tüketicisi

10 Nisan 2009 Cuma

Bir Huzur Hikayesi


bir dağ gördüm
çabaladım
yoruldum terledim
ama
erdim zirvesine
a a o da ne
ufukta bir dağ daha
durdum, düşündüm
bu hikayeyi bir yerden hatırladım
kaldım dağımın bahar kokan yeşil yamacında
öteleri seyretmelere daldım
ufku gördüm
alabildiğince
yüzüm güldü içim açıldı
havasını içime çektim dağımın
ve sonra
baktım baktım ufka
baktıkça gördüm ve gördükçe
anladım
sonraki dağa ulaşmak isteği
bana bayat bir huzursuzluk vermiş aslında
hem ne var sahi o dağın da ardında
yeni bir dağ daha
al işte dağ sana
ulaşmak uğruna
gücümün tükendiği
soluğumun kesildiği
dağımın bayırında
çömeldim
ellerim şakaklarımda
sonra doya doya
özlediğim
istediğim
hırslandığım ve ulaştığım
dağımda
koştum koştum yoruldum
acıktım susadım
sırtüstü uzandım çimenine dinlendim
pınarından içtim mantarını yedim
yine kalktım yerimden
hopladım zıpladım
tepindim tepindim
tepikledim huzursuzluğu
ufuktaki o dağa gitmesem de
gittiğimde ne olacaksa
o oldu bu dağda.
ve aslında
ne aslındası
ben o dağa da gittim
gittim arkadaş
gittim
i.a

18 Mart 2009 Çarşamba

duygusal yazarken

yazmak, ev içi ve dışı kıyafet tercihi gibidir. duygu ve düşüncelere giydirdiğin kelime beğenincedir. seni yansıtır.yazarken diplomatiksindir dış dünyaya. çaktırmazsın zaaflarını, heveslerini, öyle sanırsın... içerde ise dobrasındır da, doğal olmanın keyfini çıkaramazsın. bilinme isteği gıcık bir dürtü salgılatır hormonlara.
hani ev içi kıyafetiyle insan dışarda rahat edemez, tedirgindir. böylece satıra nazar 'podyumda yürürken ilgiyle gözlenen manken' gibi hissettirir yazarı.
'hey benim o! benim tasarımım, siz bana değil, tasarımıma bakmalısınız! diye çığlıklasa da, ortadadır artık, satır analizcileri, illa şöyle bir süzerler tepeden tırnağa.
okuyan anlasın, keşfetsin diye varını ortaya koyarken cesur olan yazar, okunurken pek bir sıkılgandır aslında.
tenkide burun kıvırmak bundandır...
'ben yazabiliyorum sen de ise tık yok! geçmişin karşıma bin yıl düşünsen anlayamayacağın beni eleştiriyorsun, kimsin sen' sendromuna girer tenkitte yazar.
beğenilmek, 'muhteşem, harika' denilmesini ister; ama denildiğinde ise pek bir anlamı olmaz onun için...
kolayca tüketir övgüyü...
söveni takar yazar, öveni harcar!
uygun kelime, doğru yazım'e madem yazdım, anlasınlar...' dikliği yazarın başının belasıdır.

pijama partisine takım kıyafet daldığının farkında değildir yazar.

hey armut yazar!

herkes anadan uryandır. ne kelimeler örtebilir seni, ne de çul çaput...

aynaya bakman kafi...

kasmak gereksiz olsa da böyledir yazmak ve kasım kasım kasılan, süzüm süzüm süzülür vaziyetleri, kelimeyi zincirinden salanın kaderidir. :)

Hakkımda

Fotoğrafım
sese yüklediğim anlamı kriptoladım. şifre feryadımın henüz yol aldığı ve ulaşmadığı milyarlarca yıldız ve gezegende hesapsız sinyaller var biliyorum ve kimyası kabarık seslerinin bana ulaşmadığı... işte ben ordayım. mekanımın gürültülü tınılarının bağrında tek başıma bir melodi özlemindeyim, notaları es es... duyan sessizliğimin çığlığını, kulağına kadife örtsün ve gelsin bana!

Bu Blogda Ara

Blog Listem

İzleyiciler

ismailarslan38

Benden Bana...